Knives Out: Bir Cinayetin Ekseninde Göçmen Düşmanlığı

Rian Johnson kuşkusuz Amerikan sinemasının yükselen yönetmenlerinden biri. Brick (2005) ve Looper (2012) ile tür filmlerini klasik yapısının dışında modernize ederek hem görsel becerileriyle hem de yenilikçi anlatım diliyle öne çıkan yönetmen, Star Wars: The Last Jedi (2017) ile büyük bir kumar oynayarak bu teknik zekasını risk almadan ilerleyen yeni Star Wars evrenine uyguladı. Sonuç kendisine birçok Star Wars hayranının nefreti olarak geri dönse de eleştirmen cephesinden büyük övgüler aldığı da oldu. Knives Out, artık her vizyon sahibi yapımcının Johnson’la çalışmak isteyeceği yeni ufuklardan biri. Zira, buram buram modernize edilmiş bir Agatha Christie uyarlaması gibi duran ama Johnson’un özgün senaryosuna dayanan film, eğlenceli olduğu kadar politik, dramatik olduğu kadar alaycı bir zihnin ürünü.

Film Review - Knives Out

Tür filmlerinin son yıllarda eğlenceli ve fantastik yönlerini keskin bir politik/toplumsal eleştiriyle ve kara komediyle besleyen örneklerinin revaçta olduğunu söyleyebiliriz. Jordan Peele’ın Get Out (2017)’unun ve bu yılın en çok sükse yapan filmlerinden Joon-ho Bong imzalı Parasite (2019)’ın başarıları yönetmenin vizyonu haricinde bu çok tutan yeni formülü zekice uygulamalarında yatıyor. Knives Out belki onlar kadar keskin olmasa da benzer bir bakış açısına sahip. Film politik tarafını hiç gizlemiyor ama aynı zamanda bu meselesini gündem altına almıyor, çoğu ‘whodunnit film’ türünde olduğu gibi bir cinayetle başlıyor. Kalabalık aile üyelerini ve aynı evde yaşayıp ‘aileden olmayan’ hemşire karakterini tek tek tanıdıktan sonra film adeta bir lunapark treninden daha keskin virajlar alan bir hikaye örgüsüne sahip oluyor. Bu noktadan sonra tıpkı Türkçe adındaki gibi ‘bıçaklar çekiliyor!’

Filmin ilgi çekici bir gizem cephesi ve renkli karakterler galerisine sahip olduğu kesin. Lakin, bu karakterlerin çoğunun derinlikli işlenmediği ve bunun bilinçli bir tercih olduğu söylenebilir. Zira, Benoit Blanc (Daniel Craig) olayı aydınlatmaya çalışan bir dedektif, Marta Cabrera (Ana de Armas) aileyi karşısında bulan bir hedef tahtası ve Harlan Thrombey (Christopher Plummer) işlevsiz ailesine ders vermeye çalışan bir cinayet romanları yazarı. Geriye kalan tüm aile üyeleri her ne kadar birbiriyle çatışma içerisinde gözükse de mevzu kendi çıkarları olduğunda ittifak kurabilecek, inkar ettikleri ırkçı ve kapitalist benliklerini anında açığa çıkarabilecek tiplemeler. Dolayısıyla aynı safta yer aldıkları bariz olan bu karakterlerin derinliğinin olmayışı ve ‘tip’ olarak kalmaları anlaşılır bir durum. Bu noktada hikayenin lokomotifi ve yegane ruhu haline gelen Marta’nın bir göçmen oluşu anlam kazanıyor. Gelişen olaylar ışığında sınıf ve milliyet açısından kendilerinden olmayan Marta’ya karşı perspektif değiştiren aile üyeleri, Marta’nın ailesinin nereli olduğu konusu her açıldığında farklı bir ülke adı söylüyorlar. Kimi Ekvador diyor, kimi Paraguay; kimi Brezilya diyor, kimi Uruguay… (Latin Amerika değil mi, hepsi aynı işte!) Bu bağlamda filmin en önemli sahnelerinden biri de Thrombey ailesinin oturma odasında göçmenler üzerine yaptıkları konuşma. Muhtemelen hiçbiri kendini ırkçı olarak nitelendirmiyor lakin hepsi ülkeye yasal yollarla giren göçmenlerden bahsediyor. Bir sahnede Walter (Michael Shannon), (daha sonra Marta’yı aynı ırkçı yaklaşımla apaçık tehdit ediyor), Marta’ya annesinin ülkeye nasıl girdiğini soruyor. Aile üyelerinden Linda (Jamie Lee Curtis), Marta’ya bu konuda cevap vermesi gerekmediğini söylese de (içindeki insan sevgisi değil elbet!) soruya Marta’nın ağzından kendi cevap vererek gerçek yüzünü gösteriyor.

knivesout2

Rian Johnson’ın tüm filmografisinde beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Steve Yedlin, filmin mizah duygusuyla paralel işleyen renkli atmosferine yine büyük katkı sağlıyor. Öyle ki, Johnson ve Yedlin’in görsel vizyonu hangi türe el atsalar ona orijinal bir doku kazandıran zenginliklerle dolu. Başka bir yönetmenin elinde diyalogların yoğunluğundan ötürü ‘konuşan kafalar’ spotuna dönüşmesi ve görsel estetiğinin daha alt klasmanlara düşmesi muhtemel iken, filmin yetkin sanat yönetimi, özenli kostüm tasarımı ve iddialı oyuncu kadrosuyla da beraber perdede karşı konulmaz bir çekim yarattığı aşikar. Buna Johnson’un Christie romanlarında olduğu gibi bir Hercule Poirot yaratmak yerine Amerikan toplumundan geniş bir yelpaze çizerek karakterlerin günümüz eşdeğer arketiplerini oluşturmaya çalışması onun modernist vizyonuyla örtüşüyor. Daniel Craig alaycı dedektif Benoit Blanc rolünde hem yıldız kadronun oyunculuk anlamında en öne çıkan ismi olmayı hem de kariyerine farklı bir renk katmayı başarıyor. (Öyle ki, Craig’in bu karakteri çok sevdiği ve yeniden oynamak istediği, Johnson’un Knives Out’a bir devam filmi çekmeyi planladığı şu günlerde konuşulan bir konu.)

8/10

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s