İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof, muhalif olduğu için ülkesinde tıpkı Jafar Panahi gibi hapis cezası alan, pasaportuna el konulan, festivallere gitmesi ve film yapması yasaklanan isimlerden biri. 10 yıl hapis cezası almasına rağmen 1 yılını içeride yatan ve 2016’da çıktıktan sonra da A Man of Integrity gibi bir filmi çekme cesaretini gösterebilen Rasoulof, ülkesinde yeniden hapis cezası istemiyle tutulmakta. Bu yüzden yönetmen, yapımcısı aracılığıyla filmini yurt dışı festivallere göndermesine, Cannes Film Festivali’nin ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünden ‘en iyi film’ ödülü almasına, Antalya Film Festivali’nden ‘en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu’ ödülleriyle dönmesine rağmen bu festivallere katılamıyor.
A Man of Integrity, başlangıcında Metin Erksan’ın Susuz Yaz’ını hatırlatacak bir mülkiyet meselesi üzerinden hikayesini ve karakterlerini oluşturuyor. Güçlünün güçsüzü ezmeye çalıştığı bir dünyada İran toplumundaki yozlaşmayı ve adaletsizliği her saniyesinde sinirlerimiz bozularak izliyoruz. İran sinemasında mesaj odaklı yapının öne çıkıp sinematografik özelliklerin ikinci plana bırakıldığı çoğu filme rastlayabiliyoruz. Rasoulof’un esas başarısı ise mesajını ve sinematografisini aynı güçte sentezleyebilmesinde yatıyor. Görüntü yönetmeni Ashkan Ashkani’nin oluşturduğu atmosferden gözünüzü bir an olsun ayırmak istemeyeceğiniz güçte bir senaryosu var. Filmin adındaki ‘Dürüst Bir Adam’ çevrimi bu yüzden en çok Rasoulof’un kendisine uyuyor. Devletle her an başı belada olmasına rağmen kendi bildiklerini, düşündüklerini ve sistemi kıyasıya eleştirmekten çekinmiyor. Ülkede cezası ne olursa olsun, ne kadar engellenirse engellensin, Rasoulof dürüstlüğünden bir an olsun vazgeçmiyor.
İran’ın kırsalında oğullarıyla beraber yaşayan, Tahran Üniversitesi’nden mezun, Reza (Reza Akhlaghirad) ve eşi Hadis (Soudabeh Beizaee) nehir suyuyla beslenen büyük bir akvaryum çiftliği işletiyorlar. Şehirlerde yerel yaşamı tamamen kontrol altına alan, devletle ve yerel yönetimlerle yakın ilişkilerde bulunan özel bir şirket, çiftçileri ve küçük iş sahiplerini zorlayarak varlıklarını ele geçirmeye çalışır. Bu şirkete çalışan Abbas, Reza’nın arazisine de göz koyduğunda dürüst bir adamın yerel ve eyalet otoritelerine karşı direnişi başlıyor. Reza, akvaryum çiftliğinde balıkların ölmeye başladığını fark ettiğinde suyunun kesildiğini idrak ediyor ve Abbas’ı suyu keserken yakalıyor. Bu sahnede Rasoulof yönetmen tercihini kullanarak gerçekte olanlara karşı izleyiciyi karanlıkta bırakarak ekranı siyaha düşürüyor. Sonrasında başrollerin güçlü performanslarıyla karakterlerin İran toplumundaki mücadelelerine dahil olurken bankacılardan polis memurlarına, doktorlardan toplumun her kademesine kadar baskıya, rüşvete ve adaletsizliğe tanıklık ediyoruz. Böylesine kirlenmiş bir dünyada hayatta kalabilmek için dürüst olabilmek ve ilkeli davranabilmek ne kadar mümkündür? Rasoulof, tam olarak bu sorunun üzerine giderek güçlüyle güçsüzün, iyiyle kötünün savaşında aslında dengelerin ne kadar değişebileceğini, dengeler değişse bile sistemin bireyleri nasıl kölesi haline getirebileceğini yüzümüze çarpıyor.
Rasoulof, başlangıçta ağır ağır ilerleyen ama sonrasında adeta bir gerilim filmine dönen bu ahlaki ve sosyal dramasında İran toplumunun bağnazlığı ve adaletsizliği üzerinden evrensele ulaşan, akıllardan çıkmayacak tespitlere ve repliklere imza atıyor. Filmdeki olay örgüsünün getirdiği sonuçlardan biri olarak intihar eden bir kız çocuğunun cenazesinde olay çıkıyor. Müslüman olmadığı gerekçesiyle Müslüman mezarlığına gömülmesini engellemeye çalışan insanlara Reza şu cümleyi kuruyor: ‘Niye? Cennete gireceğinden mi korkuyorsunuz?’. Başlangıçta çiftlik işleten, hayatı boyunca dürüst bir adam olmaya çalışan Reza, finale doğru suça ve pisliğe bulaşarak düşmanının yerini alınca sistemin üst düzey adamlarından biri yüzümüzü acı bir şekilde gülümseten o repliği söylüyor: ‘Seni belediye başkanı yapacağım!’
Pek çok İran dramasında olduğu gibi burada da oluşan komplikasyon sadece ana karakterleri değil, onların ailelerini, bağlantılı olduğu başka insanları ve bir toplumu etkilemeye kadar ilerliyor. Bu çıkışsızlık içerisinde karakterlerin Reza’ya her seferinde söylediği gibi tek bir çıkış yolu bulunuyor, ‘herkesin rüşvet vermesi’. Dürüst ve ilkeli olmayı yaşamının gayesi haline getirerek bu yozlaşmanın bir parçası olmayı reddeden Reza, yıllarca kendi elleriyle inşa ettiği hayatının yerle bir olmaya başladığını, ailesinin tehlike altında olduğunu, ne düşündüğünün ya da nasıl bir insan olduğunun hiçbir önemi olmadığını görmeye başladığında kişiliği parçalanmaya başlıyor. Bunun sonucunda ‘dürüst bir adam’dan eser kalmayacak birine dönüşüyor, yaptığı yanlış seçimler onu sistemin çarklarının içerisine çekerek köleleştiriyor, hayatı boyunca olmayı reddettiği insanın ta kendisi haline geliyor. Reza, filmin içerisinde her çıkışsızlığında gittiği mağarada sıcak suyun içerisine girerek düşüncelere dalıyor fakat finalde tüm sorunlarını bir çözüme ulaştırdığını düşünürken dönüştüğü insan ona farklı çıkışsızlıklar doğuruyor. Çiftçi de olsa, belediye başkanı da olsa sorunları hiç bitmiyor, çünkü kurtuluş ona kötü biri olmaktan başka bir çare bırakmıyor. Çürümüş sistem sadece bir adamın yerine başka bir adam getirerek sorunlarını çözüyor ama yolsuzluğa, rüşvete, hatta cinayete bulaşmış biri belki de bu tercihlerinin bedelini vicdanen bir ömür boyu çekiyor.
Halil İbrahim Sağlam
Not: Bu yazı Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerinin düzenlediği basılı yayın Doktrin Hukuk Dergisi’nin 2. sayısında yayınlanmıştır.