Zin ve Ali’nin Hikayesi
Mehmet Ali Konar’ın Renksiz Rüya’dan sonraki ikinci filmi Zin ve Ali’nin Hikayesi, öyküsünün omurgasına dikkat çekici bir dramatik çatı kurarak başlıyor. Anne ve oğul arasındaki bu dramatik çatı köyün baskısıyla ve yan karakterlerin katılımıyla bütüne yayılmak için çaba sarf eden bir senaryo düzleminde kaleme alınmak istenmiş. Bunu yaparken filmin göze hitap eden sinematografi çalışması ve duyguları harekete geçiren müzik kullanımı birincil derecede önemli faktör olarak görülmüş. Lakin Konar sinema gözü olan bir yönetmen olmasına rağmen ağır bir yas filmi içeren bu dramatik çatıyı oluştururken en kilit sahneleri detaylandırmayarak geçiştirmeyi tercih eden, arada çok fazla boşluklar bırakan ve bu boşlukların izleyiciyi tatmin etmediği bir anlatımın izini sürmüş. Filmin görselleri ve dramatik sekanslarında devreye giren müzikleri izleyiciyi etkisi altına almayı planlarken anne – oğul arasında gerçekleşen diyaloglar ve ana karakterin fikrini değiştirdiği dönüşüm yetersiz kalınca ikna edicilik problemleri devreye girmiş. Buna oyuncu yönetiminin çok da işlevsel olmamasının ve duygusal sahnelerde hüzünlü bir bakışın yakın planının yeterli görülmesinin eklenmesi filmin hedeflediği çarpıcı damarı yakalayamamasına neden olmuş. 5/10
Bir Nefes Daha
Nisan Dağ’ın ikinci filmi Bir Nefes Daha, tıpkı ilk filmi Deniz Seviyesi gibi özünde bir aşk hikayesini barındıran, fakat bunu konvansiyonel sinemanın dinamiklerinden daha uzakta, içine festival sinemasının normlarını da başarıyla yediren bir anlatının izini sürmüş. Dağ, hip-hop üzerine ele aldığı kültürün mahallesini fotoğraflamada görüntü yönetmeni John Wakayama Carey’in özenli kadrajlarından güç alırken karakterlerin jargonunda da gerçekçi bir ton tutturmayı başarmış. Filmin her biri özenle oluşturulan ve hikaye kurgusunun aktarımının da önemli bir parçası olan rap şarkıları yüksek önem taşırken Oktay Çubuk, Hayal Köseoğlu ve Ushan Çakır’ın başarılı oyunculukları, ana karakterin dünyasını sinemamızda az rastlanan biçimde animasyon trip sekanslarıyla besleyen yönetmen tercihi öne çıkıyor. Başka bir yerli filmde ‘uyuşturucu kötüdür’ kamu spotuna dönüşmesi muhtemel gözüken bir hikaye Nisan Dağ’ın ne yapması ve neyi yapmaması gerektiğinin bilincinde olan tercihleriyle bu tuzağa düşmüyor. 7/10
Everything Went Fine
François Ozon yeni filminde bir baba ve kız arasındaki ötanazi hikayesini yer yer dokunaklı, hüzünlü ve eğlenceli bir dille anlatmayı tercih etmiş. Ozon, önceki filmlerinden By the Grace of God’daki gibi ciddi bir konuyu bu sefer salt dram ögeleri üzerinden inşa etmemiş, mizah kozunu sık sık öne sürerek ötanazi gibi bıçak sırtı bir konuya yumuşak bir yaklaşım sergilemiş. Bunu yaparken baba-kız arasındaki omurgada incelikli ve düşünülmüş detaylar filmin duygusunu artırmada başarılı olmuş, lakin filmin mizahındaki doz yer yer iyi işlerken yer yer de gereksiz veya tekrar hissiyatı yaratıp filmin etkisini sıradanlaştırmış. Baba rolünde usta aktör Andre Dussollier harika performans sergilerken Sophie Marceau da elinden geleni yapmış. Ozon’un filmlerinden L’amant Double gibi risk aldığı yapımlarda daha çok keyif alsam da Everything Went Fine gibi daha düz ve formül filmlerde bile kendi dokunuşunu yansıtabildiği için seyir zevki ve heyecan yaratabildiğini söylemek mümkün. 6/10